Doğa bir şirket olsaydı...
- Özhan Özdemir

- 13 Eki
- 2 dakikada okunur

Doğa bir şirket olsaydı muhtemelen dünyanın en büyük holdingi olurdu. Her kıtada şubesi, her birimde çalışanı olurdu. Ve biz insanlar, o devasa sistemin en yüksek maaşlı ama en tembel personeli olurduk.
Her gün doğadan milyonlarca hizmet alıyoruz: temiz hava, su, gıda, toprak verimliliği, iklim dengesi… Üstelik fatura bile ödemiyoruz. Çünkü bu şirket kuşlar, arılar, solucanlar, kurtlar, bakteriler, yarasalar gibi gönüllü çalışanlar tarafından yönetiliyor. Biz fark etmesek de onlar dünyayı döndürüyor.
Örneğin Alakargalar doğanın bahçıvanları olarak çalışıyorlar. Bir meşe ormanına baktığınızda, aslında bu kuşun emeğini görürsünüz. Alakargalar, kışın yiyecek için meşe palamutlarını binlerce farklı noktaya gömüyorlar fakat hepsini hatırlayamıyorlar.İşte o unutulan palamutlar, yeni bir orman oluyor. İnsan eliyle aynı işi yapmak istesek, yüzlerce işçi, kamyonlarca yakıt ve milyonlarca lira gerekirdi. Alakargalar bunu, hiçbir sözleşme imzalamadan yapıyor. Tamamen içgüdüsel bir biçimde.
Tarım departmanında arılar çalışıyor. Dünyadaki bitkisel üretimin üçte biri, arıların yaptığı tozlaşmaya bağlı. Onlar olmasa, elma, badem, kakao, kahve, çilek, domates gibi ürünler olmaz, market reyonlarının çoğu boş kalır. Birleşmiş Milletlere göre yalnızca arıların “doğal hizmetinin” ekonomik değeri yılda 250 milyar dolar. Doğa Şirketi’nin “Tarım Departmanı” onlardan soruluyor.
Toprak bakım ekibi solucanlardan oluşuyor. Toprağın sağlığı, solucanların sabrına bağlı. Onlar toprağı havalandırıyor, besinleri karıştırıyor ve bitki köklerine nefes aldırıyorlar. Bir çiftçinin traktörle yaptığı işi, milyonlarca solucan her gece sessizce yapıyor.
Atık Yönetimi bölümünde başı mantarlar çekiyor. Doğada çöp yoktur. Çünkü mantarlar ve bakteriler vardır. Onlar, düşen yaprakları, ölü dalları, hayvan kalıntılarını parçalayarak yeniden toprağa kazandırıyorlar. Hasbelkader mantarlar iş bırakacak olsa, orman birkaç yıl içinde çürük kalıntılarla dolardı. Doğa kendi geri dönüşüm sistemini mantarlarla sağlıyor.
Yarasalar, doğa şirketinin zararlı kontrol biriminde çalışıyorlar.
Bir yarasa, bir gecede 3.000’e yakın sivrisinek yiyor. Bu hem insan sağlığını koruyor hem de tarım alanlarında böcek ilacı kullanımını azaltıyor. Ayrıca bazı yarasalar tropik meyveleri tozlaştırabiliyor. Yani yarasalar olmasa, muz, mango, avokado gibi ürünler soframızdan silinir. Gece vardiyasındaki işçiler, sessizce çalışmaya devam ediyor.
Su Samurları, deniz ormanı koruma ekibi olarak faaliyetteler. Deniz yosunu ormanlarını koruyorlar. Deniz kestaneleriyle beslenerek yosunların aşırı tüketilmesini önlüyorlar. Onlar olmasa, yosun ormanları yok olur, karbon emilimi azalır. Yani bir su samuru, atmosferin dengesine katkı sağlıyor. Doğanın karbon piyasasında, en sessiz yatırımcı su samurları.
Termitler, çölün mühendisleri olarak çalışıyorlar. Termitlerin yaptığı küçük toprak kuleleri, çöllerde suyun tutulmasını sağlıyor. Bu sayede çevredeki bitkiler kuraklığa dayanıyor. Bilim insanlarına göre termitlerin olduğu bölgelerde çölleşme %50 oranında yavaşlıyor. Bazen bir böceğin inşa ettiği kule, bir insanın barajından daha etkili olabiliyor.
Kıyı restorasyon ekibi deniz kaplumbağalarından meydana geliyor.
Deniz kaplumbağaları yumurtlamak için çıktıkları kumsallarda toprağı havalandırıp, kabuk kırıntılarıyla mineralleri artırıyorlar. Bu da sahil bitkilerinin büyümesini sağlıyor.Kaplumbağalar olmasa, kumsallar zamanla çıplaklaşır, erozyon artar. Yani onların her adımı, kıyıların geleceğini koruyor.
Gelgelelim tüm bu kalifiye ekibe rağmen, doğanın şirketi zarar etmeye başladı. Şirketin kasası boşalıyor. Çünkü şirket yukarıda saydığım çalışanlarını birer birer kaybetmeye başladı. Ormanlar kesiliyor, denizler kirleniyor, böcekler azalıyor. Doğanın bilançosu her yıl biraz daha eksiye düşüyor. Eğer doğa bir şirket olsaydı, bugün iflasın eşiğinde olurdu ve suçlu, yönetim katındaki tek tür olurdu. Oda biz. Yani insan.
Yine de bu şirket yani Doğa, milyarlarca yıldır milyonlarca çalışanıyla bize ücretsiz hizmet sunuyor. Ne maaş istiyor ne prim ne izin günü. Bizden tek isteği şu: İşine karışmayalım.
Belki de en büyük ilerleme, doğayı “yönetmeye” çalışmak değil, onun sistemine dahil olmayı öğrenmektir. Belki de bu kadim şirketin bizler tarafından yönetilmeye ihtiyacı yoktur.



Yorumlar