top of page

Medeniyet, sadece ayağa kalkmamızla başlamış olabilir mi?


ree

İnsan evrimi çoğu zaman zekâ, hafıza ve dil gibi “yüksek” bilişsel becerilerin romantize edildiği bir sahneye dönüşür. Oysa insanı insan yapan dönüşümün en temel halkalarından biri, sandığımızdan çok daha basit, hatta bayağı bir noktada başlamış olabilir. Ayağa kalkmak. Evet, tam anlamıyla yerden doğrulmak.

Bipedalizm… Evrimsel terminolojide teknik bir kavram gibi görünse de bu kavramın altında medeniyetin tohumları yatar. Dört uzvuyla orman zeminini tarayan atalarımız, bir gün ayağa kalktı. Yerden doğrulduğunda sadece omurgasını değil, ufkunu da dikleştirdi. O an atalarımız, uygarlığımızın ilk kıvılcımını çaktığının farkında mıydı bilinmez ama ona o dürtüyü veren gücün yaşam konusunda müthiş bir farkındalığı vardı.

Ayağa kalkmakla birlikte ellerimiz serbest kaldı. Belki de evrimin en ironik yanlarından biri de budur. İnsan elleri, yere basmaktan vazgeçince evrene dokunmaya başladı. Önce taş tuttu, yonttu, şekil verdi, sonra o şekillere anlam yükledi. Ve zamanla bu anlamlar, kültürlere dönüştü.

Ellerimizle avlandık ama sonra öldürmeyi sanat haline getirdik. Avın derisini yüzmekle başlayan süreç, modaya, tekstile ve tasarıma evrildi. (Ki insani yönü hala tartışılıyor) Bir zamanlar ateşi ellerimizle korurduk; şimdi ısıyı kontrol eden akıllı sistemler tasarlıyoruz. İlkel olanla karmaşık olan arasında tek bir köprü vardı: El.

Boşta kalan parmaklarımız zamanla yalnızca tutmakla yetinmedi YAZDI. Kil tabletlerde çivi, papirüslerde mürekkep, parşömenlerde kutsal metinler oldu. Elin yazma eylemi, sadece bilgiyi taşımadı; dinleri doğurdu, kanunları biçimlendirdi, mitolojileri şekillendirdi. Mezopotamya’da parmaklar ilk yazıyı çaktı. Antik Mısır’da eller tanrıları resmetti. Çin kaligrafisinde eller disiplinle sanatı birleştirdi. Avrupa’da eller kitapları çoğaltırken, Rönesans’ı besledi.

Eller sanat yaptı, müzik yarattı, heykel oydu. Michelangelo’nun “Âdem’in Yaratılışı” tablosunda Tanrı ile Âdem’in parmak uçları arasındaki o boşluk belki de insanın evrimsel özleminin en sembolik temsiliydi.

Elleriyle şekillendiren, kollarıyla taşıyan, parmaklarıyla ince işleyen insan; yalnızca araç değil, anlam da üretmeye başladı. Böylece, Zanaat doğdu, ardından sanat. İletişim doğdu, ardından alfabe. İhtiyaç doğdu, ardından tasarım. Ritüel doğdu, ardından din ve inanç. Hareket doğdu, ardından dans ve tiyatro.

Bu kültürel katmanların her biri, boşta kalan uzuvlarımızın yeni bir işlev üstlenmesiyle doğdu. İnsan sadece ayakta durmakla kalmadı, durduğu yerden anlam inşa etti.

Ellerimiz sadece nesneleri değil, birbirimizi de dönüştürdü. Selamlaşmak, sarılmak, yardım etmek, şifa vermek, dua etmek… Eller barınak inşa etmekle birlikte, birlikte yaşama kültürünü oluşturdu. Tüm bu insani jestlerin ana aktörü yine ellerdi. El birleştirenler topluluk oldu, el kaldıranlar devrim yaptı, elini taşın altına koyanlar uygarlık inşa etti.

Bugün dokunmatik ekranlarda parmaklarımızla dünyaya hükmediyoruz. Ama unutmayalım, bu parmaklar bir zamanlar bir mağara duvarına kömürle geyik resmi çiziyordu ve yine unutmayalım ki o resimlerde tıpkı bugün dijital ekranlardaki resimler gibi kültür aktarımına sebebiyet veriyordu.

Yaşam, amaçlarını ne kadar muhteşem yollardan gerçekleştiriyordu!

Evrim, yalnızca biyolojik bir yolculuk değil, düşüncenin maddeyle flörtüydü. Boşta kalan uzuvların aslında boşta kalmadığını, yeni bir dönüşüm için bir sürece hazırlanmış olabileceğini düşündükçe şu his uyandı içimde;

Belkide herşey ama herşey sadece ayağa kalkmakla başladı.

 

 
 
 

Yorumlar


© 2022 by Özhan Özdemir. Proudly created with Wix.com

bottom of page